Aslında yeni bir tartışma değil, yurt dışında doğup ülkemizde koşmaya başlayan atların ilan edilen ikramiyenin hangi yüzdesine koşacağı.
Hatırlayacaksınız Enternasyonel yarışların hemen ardından bu konuyu dile getirmiştik.
Enternasyoneller'de Ağır Yaralandık, Ama Şimdi İyiyiz !
Daha sonra Yarışsever Manifestosu'nda tekrar altını çizmiştik.
Yarışsever Manifestosu
Murat Akyer'in Yarış Dünyası'nda çıkan yazısına cevap niteliğindeki yazımızı da 8 Ekim tarihinde sizlerle paylaşmıştık.
Foaller %75'e Koşsun'un Açmazları
Yine Murat Akyer'in bu hafta Yarış Dünyası'nda çıkan foallerin %100'e koşması talebini dile getirenleri rantçı olarak nitelendirmesi, buna karşılık da Atahan Zilcioğlu'nun 12 Ekim'de Vatan Uzak Ara ekinde kaleme aldığı Kim Rantçı? yazısıyla konu bir anda atçılık gündeminin ortasına yerleşti. Şimdi bu iki yazıyı değerlendirip kendi fikirlerimizi sunalım.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Türk atçılığının akıbetini son derece etkileyecek bir konu hakkındaki tartışmada 2 taraftan birini "rantçı" olarak sıfatlandırmak kabul edilemezdir. Statükonun devamı, sektördeki paylarından mutlu olanlar sistemin devamını isteyebilirler. Bunun tam aksini savunanları rantçı ilan etmek ne kadar etik? Atçılık camiasında bölünme dahi aratabilecek bu söz kullanılmamalıdır. Sıkışılan durumda çamur at izi kalsın matığı ile farklı fikir savunanlara 'çamur' atmak ne kadar doğru? Çok uzağa gitmemek lazım. Şahsen ben. Ne atım var ne yetiştiriclik yaparım. Benim Türk atçılığının ilerlemesi dışında başka nasıl bir isteğim olabilir? Ben bunları yazarak hangi rantın peşinden koşuyorum?
Bu tartışmalar, yıllarca kapalı kapılar arkasında at yarışlarını yarışseverlerden saklayanlar için de kırılma oluyor. Bu sayede yarışseverler hem bilgilenmeye devam ediyor, hem de tartışmalara dahil olabiliyor.
Yarış Dünyası'nda çıkan bu haftaki yazı uzun olmasına rağmen bir kaç temel nokta etrafında dönüp durmakta. Birincisi foallerin %100'e koşması durumunda at sayısının çoğalacağı, ikramiye oranlarının değişeceği, ikincisi de yetiştiriciliğimizin öleceği.
Şu ayrımı da yapabilmek lazım: Biz yurt dışından gelen atların %100'e koşmasını talep ediyoruz. Dışarıdan serbestçe at getirilsin, tüm engeller kalksın demiyoruz. Savunduğum konu 2 yaşını girmemiş, başka bir deyişle 2 yaşının altında iken ülkemize gelen atların ikramiyenin %100'üne koşmasıdır.
At sayısının fazlalaşacağı üzerine bir söylem geliştirmek ise tamamen geçersizdir. Sayılarla yazıyı karmaşık hale getirip sizi boğmayacağım. Dünyadaki örnekleri incelediğinizde, yılda sahaya gelen atların ve koşan atların sayısının, özellikle büyük atçılık ülkelerinde, bizdekinden çok çok daha fazla olduğunu söylemeliyim. Niceliksel artışın olmadığı yerde niteliksel kalite sağlanamaz. Şu şekilde, doğan 10 attan safkan çıkmasını beklemekle 1000 tane at içinden şampiyon atlar çıkmasını beklemek aynı şey değildir.
Ülkemizdeki atların mevcut sayısını korumak ve atçılığımızın yerinde saymasını izlemek bir seçenektir. Diğer seçenek ise daha çok atın yetişebileceği sistemi oluşturup, hara ve çiftlik ölçeklerini genişleterek, yenilerini kurarak yeni atlar için yer hazırlamaktır. Foaller geldiğinde at sayımız artacak diye endişelenmektense, bunun altyapısını hazırlamak neden düşünülmüyor?
Yetiştiriciliğimizin öleceği konusu ise bambaşka bir çıkmazdır. Sonsuza kadar foallerin ithal edileceği düşünülüyor olsa gerek. Böyle bir duruma bütçe dayanmaz. Bir müddet foallerin ülkemize ağırlıklı geleceği gerçektir. Peki bu atlar daha sonra yetiştiricilikte kullanılmayacak mı? Foal atın yarış hayatının bitmesinden sonra bu atlar buharlaşıyor mu? Tam olarak neden endişe edildiği açık değildir.
Şimdiye kadar hiç para mı kazanmadılar? Onlar neden kendilerini yenilemek istemiyor? Yetiştirdikleri atların kalitesinin artmasıyla yurt dışından da taliplerin gelebileceğini neden düşünmüyorlar? Biz gidip İrlanda'dan İngiltere'den at almıyor muyuz? Neden onlar da gelip Türkiye'den at almasın? Bir önceki yazımızdan alıntılayalım: "Foalleri sadece ülkemizde koşacak olan atlar olarak düşünmeyelim. Devamında baba ve anne olarak Türk atçılığına katkı sağlamaya devam edecekler. Yanında 'usa' yazabilir ama yavrusunda o ibare yazmayacak. Eğer ki Türk yetiştirmelerine gerçekten önem veriliyorsa 2. jenerasyonda zaten bu foaller üzerinden Türk atları yetiştiriyor olacaklar. Zaten kısa vadeli düşünüldüğü için sorun oluyor. Yetiştiriciler de uzun vadede daha iyi atlar yetiştirip, daha iyi paralar kazanabilecekler, temel kıstasları para ise."
Atahan Zilcioğlu'nun değindiği gibi Bosporus ithal edildi, ülkemizde başarılı yarışlar koştu. Peki şimdi aygır olarak yetiştiriciliğe hizmet vermiyor mu? Bosporus taylarının çok başarılı olduğunu söyleyip, kaba kumda hep Bosporus yavrularına öncelik vermiyor muyuz? Türk atçılığı bu durumdan kazançlı mı çıktı zararda mı çıktı? Bir de düşünün Bosporus gibi yüzlerce aygır, Ribella'mız gibi yüzlerce kısrak olduğunu... Türk atçılığı ve yetiştiricilik geri mi gidecek? Şimdi soruyorum Türkiye'de hangi yetiştirici elinde Ribella gibi bir kısrak olsun istemez? Eğer ülkemizdeki yetiştiricilerin elinde Ribella gibi şampiyon bir kısrağın tayı olsa o ata ne kadar değer biçerler, ne kadar yüksek paralar isterler?
Olaylara bakış açımızı değiştirelim. Bu konu daha da tartışılacaktır. Yeniden biz de yazacağız.
2 yorum:
Sadece tebrik etmek isterim yazınızdan dolayı. Yarış sahalarında mücadele görmek istiyoruz. Birilerinin oyuncağı olmasın yarışçılık. Elinize sağlık.
Teşekkürler. Sizin de dediğiiz gibi, tek isteğimiz sahamıza iyi atların gelmesi, atçılığımızın dışarıya at ihraç edebilecek gelişmeyi sağlayabilmesidir. Ancak mevcut sistemin devamını isteyen, maalesef, çok insan var.
Yorum Gönder