30 Ekim 2011

8 Günde Zirveye! | Sakarya Galibi Kopenhag




2011 Sakarya Koşusu'nun bizleri hayal kırıklığına uğrattığını dünkü yazımızda belirtmiştik;
Geriye Gitmeye Devam

Yarış bugün koşuldu. İstanbul 'akşam üstü' yarışlarında sürprizlerin bolca yaşandığı günde Sakarya Koşusu ganyan yönünden programın üst noktaya ulaşmasını sağladı. 19.40 liralık ganyanı ile net sonuncu şanslı isim olan Kopenhag Sakarya Koşusu galibi oldu.

Kopenhag'ın ileride nasıl yarışlar koşacağı şu aşamada bizim derdimiz değil. Son yıllarda hep üst düzey mücadelelerin yaşandığı ve başarılı atların kazandığı, 2 yaşlı İngilizler için önemli derbilerden biri olan Sakarya Koşusu'nu yarışın en düşük handikap puanlı atı (50) kazandı.

Daha da ilginç tarafı bu yarışına kadar 7 kez start alan, koştuğu 2 kısa vade yarışta 6. ve 7. olan safkan bundan 8 gün önce maiden'a veda etti.

8 gün önce Ankara'da hayatının ilk birinciliğini kazanan Kopenhag, 8 gün sonra İstanbul'da 2 yaşlıların önemli sınavında birinciliğe uzandı. Bir başka deyişle, 1 hafta içinde zirve yaptı ve 120.000 lira ikramiyenin sahibi oldu.

Buyrun buradan yakın.

29 Ekim 2011

2011 Sakarya Koşusu | Geriye Gitmeye Devam !

Son aylarda, nedense, bir kamuoyu oluşturuldu. Derler ki, Sakarya Koşusu 2 yaşlılar için çok uzun, 3'lülüğe sağlıklı dönemiyorlar. 1800 metrelik bu önemli koşunun, atların sağlığı üzerinden konuşuluyor olması, kanımca, pek çok at sahibinin gözünü korkuttu ve son yıların en zayıf Sakarya Koşusu kaydı meydana geldi.

Buradaki amacımız Sakarya Koşusu'nun tayların yarış hayatına ne şekilde etki ettiğini tartışmak değil, yarışa katılımın düşük olmasını değerlendirmektir.

Koşuya 9 at katılıyor. Bu 9 atın çarpıcı rakamlarına bakalım.

Handikap puanı en yüksek olan tay 82 puanla Rain Shower. 9 atın handikap puanları ortalaması ise 60.4 şeklinde. Neredeyse handikap 16 yarış kıvamında.

2010 yılı Sakarya Koşusu'na toplam 12 safkan katıldı. Yarışa 90 puan üzeri 5 at katılırken, en yüksek handikap puanı Şeker Remziye'de idi: 111. Bu koşudaki safkanların handikap puanı ortalaması 72 idi.

2009 yılı Sakarya Koşusu'na 14 at katılmıştı. Hakkar'ın kazandığı koşuya en yüksek handikap puanı ile katılan safkan da 110 puanla Hakkar'dı. Bu 14 ayın handikap puanları ortalaması 74'tü.

2008 yılında Sakaraya Koşusu'na namağlup giren Bekmezbey 6. yarışında 6. birinciliğini alarak geçilmezliğini korumuştu. 125 handikap puanı olan safkanla beraber toplamda 12 safka start aldı. 110 puanın üstünde 3 atın olduğu yarışta toplamda handikap puanı ortalaması 78.5 şeklinde olmuştu.

2007 yılına bakalım. 12 safkan start alıyor. Yarışı Nihalim kazanıyor. Yarışa en yüksek puanla giren safkan 120 handikap puanına sahip Pan River. 6 at, yani koşuya katılan atlardan yarısı 100 puan barajının üstündeler. 12 atın handikap puanı ortalaması ise tam 92.5.

2006 yılına geldi sıra. Son olarak buraya da bakalım. 14 tay start alıyor. 9 atın handikap puanı 100 barajının üstünde. Ortalamasını da alalım hemen: 97.

Görüldüğü üzere Sakarya Koşusu'nun kalitesinde son 5 yıl içinde süreklilik arzeden bir düşüş var.

2011'e geri dönelim, bir başka deyişle yarınki yarışa.

Sakarya Koşusu'nun bir Grup 2 yarış olduğunu akılda tutalım. Bu kadar önemli bir yarışa katılan 9 safkan içerisinde henüz kısa vade koşu birinciliği olan at yok! Evet yanlış duymadınız Açık yarış değil, Grup yarış değil, Kısa Vade kazanan bile yok.

2011 Sakarya Koşusu'nun 50-60 handikap puanlı safkanlara kalması çok şaşırtıcı. Bu gibi puanlarda atı olan pek çok at sahibi herhalde, pişmandır, taylarını koşuya kaydettirmedikleri için.

Normal İstanbul sezonunun kapanışını, son çim yarışını bu enteresan ve üzücü koşu ile yapacağız.

İyi seyirler demeyi çok isterdim ancak bizi yarın için heyecanlandıracak bir safkan dahi yok.

28 Ekim 2011

Cumhurbaşkanlığı ve Aydemirhan

Bizlerin at yarışlarındaki temel sıkıntılarından biri, özellikle arap atların, sürekli yarış koşuyor, 4-5 gün ara ile ardıardına yarışlara katılıyor olmasıdır. Yarınki Ankara yarış programına bakarken son derece şaşırtıcı bir atla karşılaştım. Aslında 2 at. Ancak biri beni şaşırttı: Aydemirhan.
Aydemirhan ve Aeneas 400.000 lira birincilik ikramiyesi olan G1 Cumhurbaşkanlığı Koşusu'na salı günü Ankara'da 2400 metre kum pistte çıkmış oldukları açık yarış sonrasında katılıyorlar, bir başke deyişle 4 gün sonra.
Aeneas beni şaşırtmadı dedim. Çünkü Aeneas'ı o kadar kötü koşuyor ki ilgilileri artık beni alıştırdılar. Çok beğendiğim bir safka olan ve inanılmaz yüksek bir yarış karakteri olan Aeneas'ın bu durumu zaten beni üzüyor. Tıpkı Kaya Ailesi'nin atları, nefes almasına izin vermeden, sık koşması bizleri şaşırtmadığı gibi Aeneas'ın da plansız koşması beni şaşırtmıyor.
Ancak Aydemirhan hayatının hiç bir döneminde bu kadar kısa aralıkla koşmamıştır. Daha da önemlisi A2 bir koşudan çıkıp, Cumhurbaşkanlığı gibi önemi ve zorluk derecesi son derece yüksek olan bir koşuya 4 gün ara ile girmek, son kertede, yanlıştır.
Her zaman altını çizerim, 'büyük at' sahibi olmakla, büyük 'at sahibi' olmak farklıdır. Daha sonra at sakatlanınca üzülmek yersizdir. Bu şekilde koşturulan atların sorumluluğunun da ilgililerinin üzerinde olduğu unutulmamalıdır.

22 Ekim 2011

Müşterek Bahis Harici Uygulaması Acilen Geri Getirilmeli !




Müşterek bahis harici koşma uygulaması (MBH) ülkemizdeki yarışlarda yıllarca uygulandı. Daha sonra bu uygulamanın hukuki bir bağlayıcılığı olmadığı, başka bir deyişle kanuni bir dayanağı olmadığı, tüzükte yer almadığı ortaya çıkmıştı. Yıllarca uygulanagelen, bir teamül kuralı olmuş anlayacağınız. Ancak MBH'ın kalkmasından bugüne kadar bir çok kez yarışsever mağdur oldu. Bugün akşam İzmir koşularında yaşananlardan sonra gündeme tekrar getirmemiz şart.

Öncelikle Raspberry'i değerlendirelim. At kaç yarıştır starttan çıkıyor sonra aniden duruyor. Sonra koşar mı koşmaz mı fal bakmak gerek sanırım. Son 3 yarışta bir kez 3 bir kez 5 lira ganyanla koştu. Yarışsever mağdur.

Ezra bir diğer atımız. İstanbul'da son yarışlarında düzlüğe çıkıyor sonra yarışta yok. Atın kantarmayı kitlediği, bu nedenle jokeyini hareketsiz kalmaya mecbur ettiği söyleniyor. Bugün İzmir'de koştu. Virajı rahat döndü, sonra yine jokey atı itemedi, 2 kamçı vurdu, sonra at yok. Son 6 yarışında 2 kez 1 lira küsür ganyan ile koştu. Mağdur yine yarışsever.

Suzira. Bir yarışına 50 metre, bir yarışına 40 metre geç başlıyor. Bazen hiç başlamıyor. Bugün son koşuda yine starttan çıkmadı. Yarışsever ne yapmalı? Yazıp, at starttan çıksın diye çiftetelli mi oynasın, yoksa yazmayıp bugün de startta kalsın diye mi beklesin!

Çözüm çok ama çok açık. MBH uygulaması geri getirilmelidir. Yarışseverin mağduriyeti önlenmeli ! Problemleri olan atlar, problemlerinin giderildiği koşu esnasında görülene kadar MBH koşturulmalıdır. Eğer ki at tekrar problemlerini tekrarlıyorsa 3 ila 6 ay arasında MBH koşturulmalıdır. Bu süreçte antrenöre ceza verilip-verilmemesi tartışılabilir. Ancak diğer atlarla haksız bir rekabete girilmesini önlemek adına MBH koşan atlar, ilan edilen ikramiyenin %50-%60'ına koşmalıdır. Bu şekilde atların ilgilileri sorunu çözmeye uğraşırlar. Hiç bir kayıpları olmadan papatya falı açar gibi atı koşturmaya devam etmezler, MBH'ın getirdiği rehavete kapılmazlar.

En nihayetinde söyleyeceğimiz tektir: MBH geri getirilmeli, yarışseverin mağduriyeti önlenmelidir !

21 Ekim 2011

Yarış Koşulmadan Kazanılır mı? 'Evet!'




Bundan yaklaşık 11 ay önce bir yazı karalamıştık:

Biz çıkalım mı?


8 atlık bir maiden koşuda Kayalar 6 at koşuyorlardı. Biz de sormuştuk: Bir ihtimal daha mı var dersin, 8'de 8? Kayalar cevabı verdiler. 8'de 8 değil 10'da 10 yaparız dediler. Tüm ikramiyeyi de koşmadan aldılar. Yarış koşmadan kazanılır mı? Cevabı artık, 'evet kazanabilir.'

Atçılığımız için üzücü bir durum. Tabi yarışsever açısından. Yoksa herkes halinden memnun.

Sarraf, Cabire, Elmasbike ve Kan Hatları


At yarışlarında atların orjinlerine bakılırken atın kan hattına sahip anne ve babaların eşleştirilmesinden kaçınılır. Bunun en büyük sebebi doğacak olan atın fiziksel olarak sağlıksız olma riskidir. Inbreeding kavramı bu anlamda kullanılır.
Geçtiğimiz günlerde ülkemizde koşan Kaizbert yavruları ile ilgili yazı yazmayı düşünüyordum. Bu atlar, Kaizbert yavruları koşmaları tamamen yasaklanmayan ancak bazı filtrelere uğrayan atlar. Kanları üzerine pek çok söylem var. Bu konu başka bir yazının teması olmakla birlikte yarım kan olduğu düşünülen atların bir dönem altılı dışı ayaklara atılması, bazı atların Batı hipodromlarından sürgüne gönderilmesinden farksızdır.
İncelemelere başladığımda konu giderek dağıldı. Bir anda kendimi ülkemizde Arap atı yetiştiriciliğinde kullanılan ithal kısraklara bakarken buldum. Çok şaşırtıcı bir noktayla karşılaştım.
Sarraf, Cabire ve Elmasbike. Anneleri Malibu Girl. Erdoğan Şenocaklı'ya ait bu 3 atın toplam kazancı 2 milyon liraya dayanmış durumda. Zira yarışları yakından takip edenler bu atların fiziksel özelliklerinin akranlarına kıyasla biraz daha iri olduğunu fark etmişleridir. Özellikle Sarraf son derece büyüktür ve bir atla yarış içinde yanyana geldiğinde iç kulvarında kalan at ekrandan görülmez.
Konuyu uzatmadan sonuca gelelim. Malibu Girl'ün hem annesinin(widania), hem de babasının(monarch ah) babası bir: Viking. Başka bir deyişle Malibu Girl iki kardeşin çocuğu. Fazla fazla akraba. Bu kadar inbreeding olan fakat sakat olmayan (damızlık belgesi verildiğine göre fiziksel olarak sorunlu değildir diye düşünüyoruz) bir Malibu Girl'ün ve dolayısıyla yavrularının kanları hakkında kafalarda çok çok büyük bir soru işareti oluşuyor.

16 Ekim 2011

At Yarışlarında Çalıştay Zamanı

Yüksek Komiserler Kurulu'nun (YKK) 22 Eylül tarihinde gerçekleştirdiği toplantıda önemli konular tartışıldı. Bunu 13 Ekim tarihinde yayınlanan karar dosyalarını okuyunca anlıyoruz. Bahsi geçen kararların tümüne linkten ulaşabilirsiniz. Bizi en çok ilgilendiren 'Karar 2'dir. Bu noktada bir iyi bir kötü haberimiz var.

Takip edenler bilir, Enternasyonel Yarışlar'da son yıllarda büyük hüsran yaşıyoruz. Bozguna uğrayan atlarımız tabelaya dahi giremiyorlar. Yurt dışından gelen ve hadikap puanları, bizim 'şişme handikap puanlı' atlarımızdan düşük olan safkanlar güle oynaya tabelayı doldurup gidiyorlar. Biz de yarıştan sonra Veliefendi tribünlerinin önünde geçip, kendi ahırlarına doğru giderlerken arkalarından el sallıyoruz.

Bilhassa bu sene 'artık yeter' dedik, isyan bayrağımızı açtık. Sistemin kendisine dair pek çok eleştiri getirdik. Bu eleştirileri, önerilerimizle destekledik. Mevcut sistemle bu hüsranların devam edeceğini, atçıların pek çoğunun Enternasyonel mağlubiyetlerine yarışsever kadar üzülmediğini, geriye kalan 363 günde kazanacak çok yarışları olduğunu düşündüklerini dile getirdik.

Benim iyi olarak nitelendirdiğim habere geçelim.

Karar 2 ne diyor?

... özellikle son yıllarda Uluslararası koşulardaki alınan başarısız sonuçların detaylıca değerlendirilmesi, bu konuda alınması gereken tedbir ve önerilerin görüşüleceği atçılık camiasının tüm paydaşlarının katılacağı detaylı bir çalıştay yapılmasına karar verilmiştir.

Son derece önemli. Atçılığımızın yerinde saydığını, hatta geriye gittiğini görebildiğimiz tek test alanı olan Enternasyonel yarışların ardından, artık uyunmadığını ve işlerin aynı yol üzerinde yürümesinin bizi bir yere götürmeyeceğinin farkında olunduğunu görüyoruz. Toplantıda hangi konular görüşelecek, hangi konular ağırlık kazanacak merak ediyorum. Örneğin foallerin %100'e koşması ile ilgili tartışma zirve yaratmışken, Çalıştay'da ne kadar yer alacak?
Kötü daha doğrusu üzücü haber ise, kararın devamında sözü geçen atçılık camiasının 'tüm paydaşları' kısmında yatıyor. Karar 2'nin 2. sayfasında Çalıştay'a katılımı beklenen taraflar şu şekilde belirtilmiş;

Öhöö, öhöö! Biri yarışseverleri unutuyor galiba! Atçılık camiasının en önemli paydaşlarından biri olan ve sektörler arasında karşılıklı bağlılık bulunan yarışsevelerin, at yarışlarına dair alınacak kararlarda fikir dahi belirtemiyor olması oldukça garip.

Yarışsever Manifestosu:
Madde 19 - TJK bünyesinde yarışsever birimi kurulmalıdır !
Gelgelelim Çalıştay'dan hangi kararların çıkacağını merakla bekliyoruz. Çalıştay'ın kararlarınınşeffaf bir şekilde kamuoyuna aktarılmasını talep ediyoruz.
Unutmadan ilave edelim, Çalıştay'ın tarihi 19-20 Kasım 2011.

14 Ekim 2011

Atçılıkta Yeni Tartışma: Foaller ve Rantçılık


Aslında yeni bir tartışma değil, yurt dışında doğup ülkemizde koşmaya başlayan atların ilan edilen ikramiyenin hangi yüzdesine koşacağı.

Hatırlayacaksınız Enternasyonel yarışların hemen ardından bu konuyu dile getirmiştik.
Enternasyoneller'de Ağır Yaralandık, Ama Şimdi İyiyiz !

Daha sonra Yarışsever Manifestosu'nda tekrar altını çizmiştik.
Yarışsever Manifestosu

Murat Akyer'in Yarış Dünyası'nda çıkan yazısına cevap niteliğindeki yazımızı da 8 Ekim tarihinde sizlerle paylaşmıştık.
Foaller %75'e Koşsun'un Açmazları

Yine Murat Akyer'in bu hafta Yarış Dünyası'nda çıkan foallerin %100'e koşması talebini dile getirenleri rantçı olarak nitelendirmesi, buna karşılık da Atahan Zilcioğlu'nun 12 Ekim'de Vatan Uzak Ara ekinde kaleme aldığı Kim Rantçı? yazısıyla konu bir anda atçılık gündeminin ortasına yerleşti. Şimdi bu iki yazıyı değerlendirip kendi fikirlerimizi sunalım.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Türk atçılığının akıbetini son derece etkileyecek bir konu hakkındaki tartışmada 2 taraftan birini "rantçı" olarak sıfatlandırmak kabul edilemezdir. Statükonun devamı, sektördeki paylarından mutlu olanlar sistemin devamını isteyebilirler. Bunun tam aksini savunanları rantçı ilan etmek ne kadar etik? Atçılık camiasında bölünme dahi aratabilecek bu söz kullanılmamalıdır. Sıkışılan durumda çamur at izi kalsın matığı ile farklı fikir savunanlara 'çamur' atmak ne kadar doğru? Çok uzağa gitmemek lazım. Şahsen ben. Ne atım var ne yetiştiriclik yaparım. Benim Türk atçılığının ilerlemesi dışında başka nasıl bir isteğim olabilir? Ben bunları yazarak hangi rantın peşinden koşuyorum?

Bu tartışmalar, yıllarca kapalı kapılar arkasında at yarışlarını yarışseverlerden saklayanlar için de kırılma oluyor. Bu sayede yarışseverler hem bilgilenmeye devam ediyor, hem de tartışmalara dahil olabiliyor.

Yarış Dünyası'nda çıkan bu haftaki yazı uzun olmasına rağmen bir kaç temel nokta etrafında dönüp durmakta. Birincisi foallerin %100'e koşması durumunda at sayısının çoğalacağı, ikramiye oranlarının değişeceği, ikincisi de yetiştiriciliğimizin öleceği.

Şu ayrımı da yapabilmek lazım: Biz yurt dışından gelen atların %100'e koşmasını talep ediyoruz. Dışarıdan serbestçe at getirilsin, tüm engeller kalksın demiyoruz. Savunduğum konu 2 yaşını girmemiş, başka bir deyişle 2 yaşının altında iken ülkemize gelen atların ikramiyenin %100'üne koşmasıdır.

At sayısının fazlalaşacağı üzerine bir söylem geliştirmek ise tamamen geçersizdir. Sayılarla yazıyı karmaşık hale getirip sizi boğmayacağım. Dünyadaki örnekleri incelediğinizde, yılda sahaya gelen atların ve koşan atların sayısının, özellikle büyük atçılık ülkelerinde, bizdekinden çok çok daha fazla olduğunu söylemeliyim. Niceliksel artışın olmadığı yerde niteliksel kalite sağlanamaz. Şu şekilde, doğan 10 attan safkan çıkmasını beklemekle 1000 tane at içinden şampiyon atlar çıkmasını beklemek aynı şey değildir.

Ülkemizdeki atların mevcut sayısını korumak ve atçılığımızın yerinde saymasını izlemek bir seçenektir. Diğer seçenek ise daha çok atın yetişebileceği sistemi oluşturup, hara ve çiftlik ölçeklerini genişleterek, yenilerini kurarak yeni atlar için yer hazırlamaktır. Foaller geldiğinde at sayımız artacak diye endişelenmektense, bunun altyapısını hazırlamak neden düşünülmüyor?

Yetiştiriciliğimizin öleceği konusu ise bambaşka bir çıkmazdır. Sonsuza kadar foallerin ithal edileceği düşünülüyor olsa gerek. Böyle bir duruma bütçe dayanmaz. Bir müddet foallerin ülkemize ağırlıklı geleceği gerçektir. Peki bu atlar daha sonra yetiştiricilikte kullanılmayacak mı? Foal atın yarış hayatının bitmesinden sonra bu atlar buharlaşıyor mu? Tam olarak neden endişe edildiği açık değildir.
Şimdiye kadar hiç para mı kazanmadılar? Onlar neden kendilerini yenilemek istemiyor? Yetiştirdikleri atların kalitesinin artmasıyla yurt dışından da taliplerin gelebileceğini neden düşünmüyorlar? Biz gidip İrlanda'dan İngiltere'den at almıyor muyuz? Neden onlar da gelip Türkiye'den at almasın? Bir önceki yazımızdan alıntılayalım: "Foalleri sadece ülkemizde koşacak olan atlar olarak düşünmeyelim. Devamında baba ve anne olarak Türk atçılığına katkı sağlamaya devam edecekler. Yanında 'usa' yazabilir ama yavrusunda o ibare yazmayacak. Eğer ki Türk yetiştirmelerine gerçekten önem veriliyorsa 2. jenerasyonda zaten bu foaller üzerinden Türk atları yetiştiriyor olacaklar. Zaten kısa vadeli düşünüldüğü için sorun oluyor. Yetiştiriciler de uzun vadede daha iyi atlar yetiştirip, daha iyi paralar kazanabilecekler, temel kıstasları para ise."

Atahan Zilcioğlu'nun değindiği gibi Bosporus ithal edildi, ülkemizde başarılı yarışlar koştu. Peki şimdi aygır olarak yetiştiriciliğe hizmet vermiyor mu? Bosporus taylarının çok başarılı olduğunu söyleyip, kaba kumda hep Bosporus yavrularına öncelik vermiyor muyuz? Türk atçılığı bu durumdan kazançlı mı çıktı zararda mı çıktı? Bir de düşünün Bosporus gibi yüzlerce aygır, Ribella'mız gibi yüzlerce kısrak olduğunu... Türk atçılığı ve yetiştiricilik geri mi gidecek? Şimdi soruyorum Türkiye'de hangi yetiştirici elinde Ribella gibi bir kısrak olsun istemez? Eğer ülkemizdeki yetiştiricilerin elinde Ribella gibi şampiyon bir kısrağın tayı olsa o ata ne kadar değer biçerler, ne kadar yüksek paralar isterler?

Olaylara bakış açımızı değiştirelim. Bu konu daha da tartışılacaktır. Yeniden biz de yazacağız.

11 Ekim 2011

Mehmet Kaya ve Çivili Kamçı

Şimdi bir kaç yeni şey gözüme çarptı.
- Çivili kamçı ile yarışa başlamıştır.
- Yarış içinde kamçıyı ata vurmamıştır.
- Ata karşı bu kamçıyı kullanmamış olsa da olay oldukça vahimdir.
- O kamçının bir jokeyin elinde olması dahi korkunçtur.
- Haber ulusal medyada da yer bulmuş, maalesef at yarışlarının imajı kötüymüş gibi yayınlanmıştır.
- Kimsenin 'at yarışlarının çivisi çıktı' şeklinde haberler yaptırarak sektörümüzü karalama hakkı yoktur.
- Şu anda Mehmet Kaya 1 ay ceza almış durumda.

Çivili Kamçı Kullanan: Mehmet Kaya


Bugün Vatan Uzak Ara'da çok çarpıcı bir o kadar şaşırtıcı ve acı veren bir haber vardı. Mehmet Kaya'nın 6 Ağustos günü 6. koşuda 5 numaralı Sevindik ile padokta çekilmiş bir fotoğrafı var. Fotoğrafı önemli kılan da Mehmet Kaya'nın kullandığı kamçı. Ben gazeteden fotoğrafı çekip buraya koydum. Gazete daha net tabi. Ancak söylenecek bir söz bırakmıyor. Ne at yarışlarıyla, ne insan davranışıyla ne de canlı sevgisiyle uyuşabilecek bir durum bu. Mahmuzların kullanıldığı günlere mi özenildi acaba? Teşvik aracı ola kamçıyı "şiddet" makinasına dönüştürmek nasıl açıklanabilir? Atını döven Ayhan Kurşun, çivili kamçı kullanan Mehmet Kaya... Bunlar gördüklerimiz. İnsanın aklına bir soru daha geliyor. Görmediğimiz, atladığımız başka şeyler de oluyor mu?

9 Ekim 2011

2011 Çaldıran Koşusu: Şampiyonlar Buradan Çıkar!

2 yaşlı İngilizlerin en önemli yarışı, 74. Çaldıran Koşusu bugün koşulacak. Jenerasyonun en formda atlarının karşı karşıya getiren bu önemli mücadelede gözler hemen Pyromos'u arıyor. Fakat ilgililerinin bu koşuyu pas geçme ihtimalinden, safkanı 3 yaşına daha zinde sokmak istediklerini biliyoruz. Gerçekten de durum böyle ise ve Pyramos sorunu olmamasına rağmen Çaldıran'a deklare edilmiyorsa, ilgililerini tebrik etmek lazım. En çok şikayet ettiğimiz konu atların her yarışta, plansız bir şekilde koşturulması iken, atlarına verdikleri bu önem 250.000 lira birincilik ikramiyesi olan Çaldıran Koşusu'na Pyramos'un ilerleyen yaşlarını riske etmemeleri takdire şayan.

Gelelim diğer atlara...

75.000 dolara alınan ve ilk çim yarışını tutarak kazanan Agresivo, TYAYSD Yearling Satışları'nın kuşkusuz en parlak ismi Domino Effect, Pyramos'la beraber 2 yaşlıların en iyi 2 atından biri olarak nitelendirdiğimiz Kalimdor, dil bağı takıldıktan sonra gücünü göstermeye başlayan ve Kalimdor'un önünde 2.liği olan King, Pan River'ın tam kardeşi olan ve abisinin yolunda emin adımlarla yürüyen King River, ilgililerinin en az Pyramos kadar önem verdiği ve başarılı işler yapacağını düşündüğüm Rodoplu ve tabeladan dahi zor düşen diğer tüm safkanlar...

Muhteşem bir yarış bizi bekliyor. Pistin ağır olma ihtimali var. Yarış hızlı gider mi, yarış kalabalık olduğundan Kalimdor çok mu arkada beklemek zorunda kalır, sonlar yetiştirebilir mi, Agresivo rakiplerini geçebilir mi, pistin ağırlaşması sürpriz sonuç çıkarır mı? Tüm bu soruların cevabını 15.40'ta almış olacağız.

Başlığımızda söylediğimiz gibi, şampiyonlar bu yarıştan çıkar. Karayel, Devir, Abbas, Barbar, Bold Pilot, Islambol, Elixir, Champs to Champs, Sabırlı, Pan River, Bekmezbey ve diğerleri... 2011 Çaldıran Koşusu'nun da yeni şampiyonlar çıkarması en büyük temennimiz.

Hepsinin ayakları düz bassın.

İyi seyirler.

Yarışın değerlendirmesi ile tekrar karşınızda olacağız.

8 Ekim 2011

Foaller %75'e Koşsun'un Açmazları


Türk atçılığının kanayan yarası nedir? Safkan İngilizlerimizin son yıllarda Enternasyonellerde uğradıkları hüsrana ne yol açmaktadır? Atlarımız neden başarısız oluyor? Bu sorular bir haberle tekrar canlandı. 2012 yılı için foallerin (yurt dışında doğup ülkemize gelen) safkanların, koşu ikramiyelerinin %75'ine koşmasına devam edilmesi kararı alınmış. Bu bilgiyi lideform.com.tr'de Murat Akyer'in 4 Ekim 2011 tarihli yazısından öğreniyoruz. Murat Akyer de bu uygulamanın doğruluğuna işaret eden bir yazı yazmış. Biz de %75'in çıkmazlarına değinip, şimdi foallerin ikramiyenin %100'üne koşmaları gerektiğini savunacağız.

Olayın iki boyutu var. Birincisi TJK, yani yetiştiricilikte kendi aygırlarının kullanılmasın arzu eden yarı-tekel olarak nitelendirebileceğimiz bir oluşum. İkinci boyutu ise özel haralar ve yetiştiriciler.

Murat Akyer'in yazısında değinmiş olduğu temel nokta foallerin ikramiyenin tamamına koşması durumunda Türk atçılığının 2023 hedefini sarsacağıdır. Burada çeşitli sorular sorulmalıdır. Hedef neden 2023? Neden 11 yıllık bir süreçte beklemeliyiz? 2023 Türk atları(?) Avrupa'da ve dünyada ilk sıralara çıkmazsa foallerin %100'e koşması desteklenecek mi?

Bir diğer muğlak nokta %75 uygulaması kalkınca TJK'nın aygırlarına kimsenin rağbet etmeyeceğidir, bu şekilde savunuluyor. Ancak sistemin kendisinin yanlış olması ihtimali üzerinde durulmuyor. TJK'nın yetiştiricilikte, yerli yetiştiricileri kendisine mahkum etmesi ne denli etiktir? TJK'nın asıl amacı foalleri %75'e koşturup kendi aygırlarına para kazandırmak mıdır, yoksa Türk atçılığını iler taşımak mıdır?


Ülkemizdeki yetiştiricileri korumak adına,atçılığımızın yerinde saymasına göz yummak ne kadar doğru, bilemiyorum. Sistemin başarısız olduğu aşikar. Eğer ki amacımız yurt dışındaki atlarla rekabet edebilecek seviyeye gelmekse, bunu ne mevcut aygırlarımız, ne mevcut kısraklarımız, ne mevcut sistem gerçekleştirir. Ama eğer ki amacımız yetiştiricileri, yerli atçıları korumaksa o zaman foallere daha da sınır getirelim %50'ye koşsunlar, yabancı kısrakların ülkemizde doğan tayları da %75'e koşsun. Uç örnek.

Bununla birlikte atçıların daha çok para kazanmasını nasıl sağlarızda değil, Türk atçıları nasıl daha iyi atlar koşar düşüncesindeyim ben. İşler aynen devam ederse bir Grand Ekinoks, bir Sabırlı, bir Pan River çıksın diye senelerce bekleriz kendi dünyamızda, o at yıllar sonra çıktığında yurt dışında bir yarış kazandığında atçılığımız süper, çok iyiyiz, asarız, keseriz, biz bu işi biliyoruz diye kendimizi kandırırız yine. Enternasyoneller'de handikap puanları, bizim atlarımızın şişme handikap puanlarından aşağıda olan atların yanında tabela yapamadığımızda da 2 gün yas tutarız. Nasıl olsa geri kalan 363 gün bizlerin.


Akıllara yine bazı sorular gelecektir. Onlara da ışık tutalım. Atçılıkta miliyet var mı? Foallerin yetiştiriciliğimize katkısı olacak mı? Foallerimiz yurt dışında başarılı olsa sevinir miyiz?

Atçılıkta kimlik, milliyet gibi kavramların olduğunu kabul etmiyorum. Eğer ki 'Türk' atlar istiyoruz o zaman Strike The Gold'dan, Lion Heart'ta Okawango'dan yetiştirdiğimiz atları Türk olarak tanımlayamayız, babaları Türk değil sonuçta. Zira öyle bir şans da yok, hiç bir ülke için.

Foalleri sadece ülkemizde koşacak olan atlar olarak düşünmeyelim. Devamında baba ve anne olarak Türk atçılığına katkı sağlamaya devam edecekler. Yanında 'usa' yazabilir ama yavrusunda o ibare yazmayacak. Eğer ki Türk yetiştirmelerine gerçekten önem veriliyorsa 2. jenerasyonda zaten bu foaller üzerinden Türk atları yetiştiriyor olacaklar. Zaten kısa vadeli düşünüldüğü için sorun oluyor. Yetiştiriciler de uzun vadede daha iyi atlar yetiştirip, daha iyi paralar kazanabilecekler, temel kıstasları para ise.

Diğer bir konu yurt dışındaki atlarla rekabete girildiğinde hangi duygulara bürüneceğimizle ilgilidir. Aslında çok da karmaşık değil. Ribella, atıyorum, koşsa Musir'i geçse sevinmeyecek miydik? Mary Ellenlar, Akındayımlar, Ribellalar yabancı atları geçtiğinde, Win River Winler, Dinyeper'ler Dubai'ye gittiğinde Türk atları demiyor muyduk onlara? Enternasyonellerde kazandıklarında, Türk atları kazandı demiyor muyduk? Önemli olan atın, hangi ülke adına koştuğudur.

Foallerin getirilmesi geçici değil, kalıcı bir çözümdür. Aslına bakılırsa bu bir çözüm de değil, olması gerekendir. Yarışçılığımızın ileri gitmesi için bu müdahale yapılmalıdır!

5 Ekim 2011

Yeni Moda: Arjantin Bandı | Atların Takıları

Atların yarışlarda ve çalışmalarında kullandıkları, hepimizin bildiği takıları vardır. Bunlar genellikle 'Kapalı Gözlük', 'Kulaklık', 'Burunsal' ve 'Dil Bağı'dır. Yıllardan beri kullanılagelen bu takılara hepimiz aşinayızdır. Bu takıların da atların performansına olumlu/olumsuz muhakkak etkisi vardır.

Kısaca kapalı gözlük, rakiplerinden ürken, yarış içinde diğer atlardan çekinen ya da bir atın yanına geldiğinde onu atlamayan safkanlara takılır. Performans artışı sağlar.

Dil bağı yarış içinde dilleri boğaz yoluna kaçan ya da boğazını tıkayıp nefes alıp vermesinde sorun yaratan atların nefes problemini önlemek amacıyla kullanılır. Dilini arkaya kaçıran ve bu nedenle yarışlarda performansı düşen atın ilgilileri bu problemi fark ettiğinde dil bağı kullanımına yönelirler. Takip edenler de bilir, bu aksesuar, dil sorunu olan atlarda 1,2 saniye hatta bazen daha da fazla katkı sağlar.

Kulaklık atın çevresindeki gürültüden korkmamasını, stres yapıp yarış içinde performansının düşmemesine yöneliktir. Bazı atlar yarışseverin tribündeki uğultusundan parlarken, bazıları yarış içindeki nal seslerinden dahi rahatsız olabilir. Kulaklık bu sorunu çözer. Burunsal da genellikle atın yerde, bastığı bölgelerdeki çukurlardan ya da farklı cisimlerden korkmasına engel olmayı amaçlar. Atların göz yapıları insanlar gibi değildir. Koşu içinde yerdeki ufak bir çıkıntıyı dahi uçurum olarak görebilirler. İşte burunsala da bu özelliğini yarış içinde problem edinen safkanlara uygulanır. (Ancak burunsal da deklare edilmemektedir ve bu başka bir yazımızın konusudur)

Tüm bu adı geçen ve kısaca ne işe yaradığını aktardığımız takılar atların performansına direkt etki yapar. Bu nedenledir ki bu takıların uygulanacağı, yarışlardan önce deklare edilir ve yarış programında, dolayısıyla bültenlerde görülür. Yarışseverlerin pek çoğu bu takılarla yakından ilgilenir. Çünkü etkilerinin farkındadır. Dil bağı olmadan koşulan bir koşu ile dil bağı takılarak koşulan bir koşunun at üzerindeki etkisini bilir.

Bizim şimdi değineceğimiz konu, son aylarda ülkemize giriş yapan ve kullanımı da giderek yaygınlaşan Arjantin Bandı'dır.

Arjantin bandının amacı dil bağınının kullanımın amacına paraleldir, solunum yoluyla ilgilidir. Bu bant yarış içerisinde ağzını çok açarak hava yuttuğu düşünülen ya da ağzından, gereğinden fazla nefes alıp verdiği ve bu yüzden performansının düştüğü düşünülen atlara uygulanmaktadır. Ulaşılmaya çalışılan sonuç safkanın burnundan soluk alıp-vermesini sağlamak, ata bunu öğretmektir. Yarış içerisinde doğru solunum yapan ve nefes yutmayan ve kendini hırpalamayan atın başarısı büyük ölçüde artmaktadır.

Dert edindiğimiz ve sorun teşkil ettiğini düşündüğümüz şey ise arjantin bandının deklare edilmiyor olmasıdır!

Atın performansını direkt olarak etkileyen bu takı yarış programında ve dolayısıyla bültenlerde görülmemektedir. Padokta atlar tanıtılırken, pat diye, bir bakmışız atta arjantin bandı var.

Bu hususta acilen yetkili mercilerin çalışma içerisine girmesi ve arjantin bandının da tıpkı kulaklık, kapalı gözlük ve dil bağı gibi takibine başlamaları lazımdır. Bu takılın acilen deklaresini sağlamalıdırlar!

Bu konuyu ,maalesef, ilk dile getiren biz oluyoruz ve ısrarla takipçisi olacağız.

Yarışsever Manifestosu, Madde 45: Arjantin bandı atların performansını etkilemektedir. Deklaresi ve takibi acilen sağlanmalıdır!

4 Ekim 2011

Handikap Puanı Sistemimiz Gitgide Eriyor


Handikap paunı sisteminin bozukluğundan, handikaperlerin bu konuda tamamen serbest bırakıldığını, handikap puanlarına itiraz yolunun kapalı olduğunu Yarışsever Manifestomuz'da aktarmıştık.

Gün geçmiyor ki handikap puanı sistemimizin bir açığını daha yakalamayalım !

Oldukça şişme puanlar veriliyor. Avrupa ile kıyaslandığında bu açıkça ortaya çıkıyor. En basidine indiğimizde örneğin yakın zamana dönmemiz yeterli. Musir'i eminim hatırlayacaksınız. Hani 2011 Enternasyonel Topkapı Koşusu'na gelen ve 500 metrelik uzun sprintiyle rahat ve göz kamaştırıcı birincilik elde eden! Handikap puanına baktığınızda 118'dir. Musir'in ülkemize son yıllarda gelen en iyi at olduğu görüşünü de hatırlatayım. Ülkemizden at ismi verip handikap puanı karşılaştırması yaparak hiç bir atı küçük görme gibi bir niyetim yok. Ancak ülkemizde 118 handikap puanına sahip olan atların içinde Hanbeş, Dutyfree gibi 3 yaşlıların (!) olduğu söylemeden geçemeyeceğim.

Atlarımızın başarısını göstermiyor mevcut handikap puanları, handikap sistemi.

Tüm bunları yazmama sebep olan şeye geleyim: King River. Pazar günü Çaldıran Koşusu'nda koşması beklenen ve Pan River'ın tam kardeşi olan safkanın handikap puanını görünce gözlerime inanamadım. Hayatının ilk yarışında şartlı-3 birinciliği olan ve sonrasın G2 yarışta 2. olan safkanın handikap puanı tamı tamına 98 ! Kisme kusura bakmasında 2. yarışında bir atın handikap puanı 98 olmaz. Olmamalı. Ondan sonra Handikap Puanı Listesi'ne baktığımızda 100'le 120 arasına sıkışmış 140-150 at görürüz. İlk yarışlarda bu kadar şişirseniz, sonra toplayamazsınız sistemi.
Related Posts with Thumbnails